İnsanın varlık kodlarına sirayet etmiş başkasıyla var olma hastalığı, bu tür insanları kehanetçilerde yaşam aramaya zorlar. Bu durumu iyi bilen kehanetçiler ise insanlara hayal kurma kudretlerini ihtiraslarıyla güçlendirme telkininde bulunurlar. Her insanın hükmetme ve hükümdar olma özelliğinin olduğunu söylerler. Ve böylece kendisini dev aynasında gören sinik varlık, sağa sola sataşmaya başlar.
Kehanet severler gerek şu an gerekse gelecekle ilgili hem kendi hayatları hakkında hem de kendi dışındakilerin hayatları hakkında varsayımlarda bulunarak, gayb-ı büyük bir ustalıkla bir o kadar da süslü dil ve sözlerle yorumlayarak, karşıdakinin idrak-ı harem hanesinin sindirilmesine yol açarlar. Bazen bu yorumlar öyle küstahlaşır ki, kimin günahkar kimin sevapçı olduğunu, müneccimlere taş çıkartırcasına ileriye götürürler. Ve gerçeğin üstünü örterek, çeşitli sınıflandırmalarla cennetin ve cehennemin müdavimlerini belirlerler.
Kehanet severliğin temelinde insanı mevcut sorumluluk bilincinin dışına çıkararak, zihnen ve kalben mutlu kılma amacı vardır. Oysa bu görsel kandırmacadan başka bir şey değildir. Hiçbir zaman tatmin olmayan insan bu yüzden hep çifte yoksunluk yaşar. İradi olarak fakirleşen insan, inanma ve iman etme tutkusundan uzaklaşarak kendisi için hazır ve görselliğe dayalı bir şekilde sunulan aynı zamanda kendisine hiçbir sorumluluk yüklemeyen bir dini hayatla, kendi içsel isteklerini yerine getirerek bulunduğu diyarın en mesut ve en üstün insanı olacağına iman eder. Kendilerine göre seçilmiş bu kudretli hayatı neşe içinde yaşayacak, diğer insanlarınsa ne kadar kötü, habis ve günahkar olduklarını belirterek kendilerini iyiliğin mabet bekçisi olarak gösterirler.
Kehanet severliği en yoğun yaşayan kesim, kendi iç dünyasında iman etme hazzına varamamış, hurafeleri ilkeselleştirmiş tiplemelerde görülür. Bunlar ya kağıtlara yazılmış kurdeleli muskalardaki mutluluk öyküsüyle ya da her zaman dillerine doladıkları birkaç dokunulmaz esrarlı sözle, yalancı ümitlerle, gülünç korkular arasında çalkalanıp durmaktadırlar.
Umut tacirleri insanı bir rüya alemine sokarlar ve insanın hiç rüyadan uyanmasını istemezler. Akıl ve hikmeti esas alacaklarına, hocasını, tarikatını esas aldırır ve beyinleri afyonlaştırırlar. Böylelikle düşünmeyen ve kendisini bilmeyen insan yığınları ise kendilerini her daim uçurumun kenarında bırakacak kötülüklerin, safsataların ve vesvese gibi kehanet şarlatanlıklarının içinde bulurlar. Bunlarda Allah’ın insana nimet olarak verdiği aklın ve düşüncenin ürünü olan bir öneriye rastlayamazsınız. Bu yüzden akıl, vahiy ve düşüncenin ürünü olan analitik düşünceye sahip iyi ve doğru insanları kötü insanlar gibi göstererek insanlığı kıyamete sürükleyecek uğursuz şeyler olduğunu vurgularlar. Yıldız falı, su falı ve astrolojik tutarsızlıkların, yaşamı esrarlı kılacağına insanları inandırırlar.
Kehanetçilerin amaçları geleceği bu tür gürültü ve patırtının üzerine inşa ederek, insanı bu tılsımdan hiç çıkarmayarak onların mantıklı düşünmeye meylini önlemektir. Bireylerin ahlakî, zihinsel ve kültürel olarak gelişimlerini sürekli erteleyerek hakkın, adaletin, erdemin gerçekleşmesini geciktirirler.
Topluluklar arasında sınıflar ve sınırlı efendiler yaratırlar. Kehanet severler yol gösteren, vahye dayalı bilimsel ırmakların akışını saptırırlar, yavaşlatırlar. İnsanlara güvenmezler. Bir şeyler üretmelerine engel olurlar. Her şeyin gelip geçici, sadece kendilerinin kalıcı olduklarına inanırlar.
Kehanet severleri bertaraf etmek için gerçek aydınlara gitmeliyiz. Birilerine şirin görüneyim ve birileri beni sevsin arzusunda olmadan, tamamen minnetsiz kendini kehanetlerle, kehanetçilerle mücadeleye adamış, her bir bireyin taşıması gereken manevi erdemleri, hiçbir grupsal ve sınıfsal ayrım yapmadan, hiçbir çıkar gözetmeden, fildişi kulelerinden çıkmış insanların zorluklar karşısında yolunu açan, mücadele eden ve doğrunun mutlaklığını savunan hiçbir sınıfın ve zümrenin etkisinde kalmadan yol gösteren yüreği naif, bilgisi ışık olan aydınları önümüze alarak yürümeli ve doğruları doğru olanı haykırmalıyız.