Kuruluşların, bireylerin, kamusal grupların sınıfsal farklılıklarını ortadan kaldırmak için, toplumsal bunalımların patlamaya hazır hale geldiği zamanlarda, bireylerin bir araya gelerek oluşturdukları çıkarsız ama amaçlı topluluklardır. İnsanlar için hak talep etmek, mevcut otoriteye karşı kitlenin taleplerini iletmek STK’ların ilkesel ve ahlaksal amaçlarındandır. Yani kısa ve öz STK’lar kuruluşları itibariyle sivil itaatsiz kuruluşlardı. STK’lar “Kendisini güvende ve değerli hissedebilmek için kesin ve doğru olan bir şeyler aramaya, kendini bir liderle yahut ulus, cemaat, parti ve kitle hareketleri gibi toplu gösterilerle özdeşleştirmeye başlar.(E.Hoffer) STK’ lar, birey tek başına olarak değil de kendisini muazzam bir kütlenin parçası hissettiğinde güç bulur. Ama bugün kü durum bireylerin kendi bireysel varlığını öldürerek yerine ölümüne kadar bağımlısı olduğu bir bütünün ebedi parçası hissettiği yerlere dönüşmüştür. STK’ lar kendi içsel mantıklarında bireylerin yetersizliğini ve güçsüzlüğünü dile getirerek bireyleri bağımlı olma yolunda kendine bağlamaktadır. Kendini gerçekleştirme sıkıntısı yaşayan bireyler ise kontrolsüz özgüven ve özsaygıyı elde ettikten sonra patlayıcı bir kütleye dönüşmektedir. Oysa iyi organize olunmuş olsa bireyler kendileri için düzenlenmesini istedikleri kampanyaları, istenen yasal değişiklikleri hayata geçirmede oldukça etkili olabilirler. STK’ lar otoritenin kör olduğu ve kör baktığı alanları aydınlatmak için çıkmışlardır ama nedense toplumsal bende, insanlık benini hiçbir zaman oluşturamamış ve alinasyon hastalığına yakalanmışlardır. Yine öncüler zamanla kendilerini STK’ yla özdeşleştirerek STK’ yı ferdi bene dönüştürmüşlerdir..Bugünkü STK mantığı üyelerini küçük çıkarlarla kendisine bağlı makinelere dönüştürerek bir şükür abidesine dönüşmekte ve kendisini sürekli minnet duyulacak bir mabed olarak görmektedir. Bütünleşmiş kişinin ayrı bir benlik algısı yoktur. Zihni dışarıdan gelen etkilere karşı çocuk gibi savunmasızdır der (Eric Hoffer). Yapılması gereken onlara kendi kendilerine organize olabilme becerisi kazandırmaktır. Kendi ekmeğini, saygınlığını ve özgürlüğünü kazanan birey muhtaçlık etiketinden kurtulacaktır. Böylelikle kendi alanıyla ilgili yoğun çalışmalar ve üretim yapabilecektir. STK’nın asli görevi de bu olsa gerek. STK lar gün geçtikçe iyilerin korkunç sessizliğine bürünmektedir. STK larda bugünkü üye varlığı dirayet ve yeteneklerle değerlerini ispatlayamayan üyeler topluluğunun, değerlerini ispatlamak için çoğunlukla üst kademenin hareket arzularını yerine getirmekten ibarettir . İtaate alışmış bireyler değişim olsun diyenlere bakmaksızın boyun eğmeye her zaman devam ederler. STK’ lardaki niceliksel güç, irade ve niteliksel güçten ziyade basit sürü mantıklı topluluklar üretir. STK’ lardaki gösterişli işlerin altında yatan asıl şey başarısızlık sorumluluğundan kaçmaktır. Mümkün olanı beceremeyince imkansız olana meyil etmektir . Bu da zayıfların kendi güçsüzlüğünü güçlü gibi gösterme riyakarlığıdır. Öncü ve kılavuz rolüne soyunmak demek beceriksizliğin ve tuhaflığın kabul gördüğü hatta kaçınılmaz olduğu durumlara girmek demektir. İlk zamanlar da STK’lar varoluşsal kimlik problemi yaşamadığından genelde hak arama, hak talebi sokaklarda ve meydanlarda elde edilmeye çalışılırdı. Sivil toplumun ruhuna uygun hak mücadelesi verilirken bugün hak talebi, diyalog ve iletişimle çözülme yerine, çeşitli baskı unsurlarıyla bastırılmaya çalışıldı. Zamanla kitlenin savunuculuğundan ziyade STK’ların giderek güçlenen örgütsel birliktelik ve bağlayıcılığını fark eden otoriteler, büyüyen bu yapıları nasıl kontrol edebiliriz çabasına girdiler. Bundan dolayı STK’ larımızda varoluşsal ahlaki kimlik sorunları oluştu. Hoffer’in dediği gibi bir kitle hareketini söz ustaları ve filozoflar kurar müfritler gerçekleştirir, eylem adamları ise toparlanmasını sağlarlar. Yalnız eylem adamları zamanla otoritenin kendilerine tanıdığı lütfedici dikkate alınma stratejisiyle, otorite karşısında kitleyi pasif duruma sokar. Sistemle işbirliği içinde olan STK öncüleri kendi şahsi inançlarıyla toplumsal olguları ve algıları birbirine karıştırdılar. Otoriteye karşı kitlesini cezalandırma pahasına da olsa kontrol sistemleri geliştirdiler. Kendi kitlesinde çözüm üretici ve muhalif söylem geliştirenleri pasifize etmek için ya makamla yada mobbing uygulayarak aykırı sesleri önlemiş oluyorlar. Kendi üyeleri arasında kast sistemi oluşturan STK’lar ahlaki davranışların ölçüsü olan vicdani sorumluluktan uzaklaşırlar(Kant) İslamcı STK’lar da maalesef yönetim anlayışlarına kuruluş aşamasında saf, temiz eylem ruhunu, kitlesel büyüme gerçekleştikten sonra tıpkı diğer seküler STK’lar gibi biraz din, biraz dünyacı anlayış katarak, İslami seküler bir anlayışa dönüşmüşlerdir. STK ‘ları toplumsal kapasitelerin yönlendirmesinden ziyade bireysel yada oligarşik tavanın yönlendirme kurbanı yapmışlardır. Bu yansımalar gittikçe STK kitlesinin ruhunu sağlıksızlaştırdı. STK’ lar itibarsızlaştı, bireyler ise ruhsuz kalabalığa dönüştü. Özellikle son 15-20 yılda üyelerine makam hipnozu uygulayarak tamamen alan kontrolünü bıraktılar. Talepler artık ikili ve bürokratik ilişkilerle elde edilmeye çalışılıyor. Halbuki STK’ların tam bir beraberlik ve benliksizlik içinde ideal bir sosyal doku oluşturarak belirgin bir amaca hizmet etmeleri gerekmektedir. Ayrıca STK’lar üyelerini normal görevler için özveri ve beraberliğe zorunlu kılmalılar, fakat günlük hayata dönük kısa ve basit amaçlar çerçevesinde yönlendirme yapmamalıdırlar. STK’lar gerçekten üyelerini tatmin edeceklerse ilk kuruluş aşamasına geri dönmelidirler. Yani birlikte hareket edip, nefsinden fedakarlık yapacak çabayı devam ettirip, kendi çıkarından önce STK’nın çıkarını öncelemediği sürece hareketin ne istediğini anlamak imkansız olur. STK’lar iradelerini tabiatlarına yansıtmalıdırlar. Eğer sizin iradeniz tabiatınıza yansımazsa başkalarının iradesi sizin tabiatınızı da kontrol eder ve yönlendirir. Sonra üst akıllar devreye girerek baştan da söylediğimiz gibi gönül hareketi olan bu kuruluşları aklın merkezine oturturlar.Ne diyelim belki olurlar.
Abdurrahman ÖRNEK